SANAT ELEŞTİRİSİ BAĞLAMINDA BİENALLER: DAYANIŞMA MI, REKABET Mİ?
AICA TÜRKİYE PANEL, 13.09.2017, Pera Müzesi.
Moderatör: Beral M. Madra
Konuşmacılar:
Iara B. Boubnova
Sabine B. Vogel
(Deşifre/Çeviri: Tuçe Erel/Gizem Gedik. AICA Türkiye olarak üyelerimize literatüre olan bu katkılarından dolayı teşekkür ederiz.)
Beral M.: AICA Türkiye Yönetim Kurulu’na, organizasyon becerileri ve derneğimizi İstanbul’daki sanat gelişmeleri açısından görünür kıldıkları için teşekkür etmek isterim. Bu etkinliği, 30 yıldır hem bölgesel hem de uluslararası önemini kanıtlamış olan 15. İstanbul Bienali’nin ön izleme haftasında gerçekleştiriyoruz. Oturumumuzun başlığı “Sanat Eleştirisi Bağlamında Bienaller” ve sorumuz; “Bienaller dayanışmayı mı, yoksa rekabeti mi yansıtıyor?” Senelerdir Avrupa ve farklı kıtalardaki bienallerde aktif olarak çalışan Iara B. ve Sabine B.V.’in deneyimlerinden yola çıkarak, bu konuyla ilgili bazı soruları cevaplandırmaya çalışacağız. Kısa bir açıklamayla başlayıp daha sonra bazı sorular sorarak sözü size bırakmak istiyorum.
Bu forumu hazırladığımız süreçte, Documenta ve Venedik Bienali gibi büyük ve etkili sergilerle ilgili birçok makale ve eleştiri yazıldı. Büyük ihtimalle sizlerin de okumuş olduğunuz bu eleştirel metinlerde, 122 senelik tarihi olan bienaller ile ilgili sorunlu görülen temaları şöyle sıralayabiliriz;
-Bienallerin gerçekleştirildikleri kentlerdeki gelişmiş, yarı gelişmiş ya da gelişmemiş sanat sistemleri arasındaki çelişki ve tutarsızlık. Bu konu tartışılıyor çünkü örneğin Documenta, bir yandan Atina gibi ekonomik problemleri olan, bir yandan da Venedik gibi, bienali yapmak için gereken maddi olanaklara ve büyük bir turizm endüstrisine sahip olan iki farklı şehirde gerçekleşiyor. Bir diğer eleştiri de, küratörlük etiği ve baskın piyasa sistemi arasındaki güçlü dengesizliği görünür kılan, hatta destekleyen küratöryel, sosyal, kültürel ve küresel ilişkilerle ilgili. Daha birçok eleştirel düşünce var. Fakat hepimiz biliyoruz ki, çağdaş sanat üretimi ve onun küresel ağı oldukça karmaşık bir yapıya sahip. Şimdi, size rekabet ve dayanışma arasındaki çelişkili veya çözümleyici durum hakkında sorular yöneltmek isterim. Iara B.’yla başlayabiliriz.
Iara B.: Beral M., öncelikle sana ve burada olan herkese teşekkür ederim. Evet, birçok şehirde gerçekleşen bienaller, bana kalırsa Venedik ve Sao Paolo’dan sonra sayılarının hızla artışıyla birlikte bir “konu” olarak tartışılmaya başlandı. Sao Paolo çok uzak olsa da o noktaya kadar her şey durağandı, fakat Güney Afrika Bienali (Johannesburg), İstanbul ve Gwangju Bienali’nin başlamasıyla, daha sonra da her yerde ciddi bir artış olmasıyla birlikte, insanlar bu etkinliklerin mantığını analiz edip düşünmeye başladı. Bana göre, -gerçi meslektaşlarım ve profesyoneller bunu çok iyi biliyordur- bienali yapan, yani politikacıları ikna eden, planlayan, bütçeyi ayarlayan, sponsor bulan, küratörleri seçip davet eden kişiler; küratörler ve üretim ekibi ile politikacıların kendilerinin stratejileri, hayalleri ve beklentileri birbirinden ayrılıyor. Bunun bir örneği de Venedik; oradaki bienal nasıl başladı hayal edemiyoruz ama, şehri kimse ziyaret etmiyordu, altyapı olarak en az ilgi çeken İtalya kentlerinden biriydi, uluslararası turizmi canlandırmak gerekiyordu. Bugün, bunu söylemek bile kulağa ironik geliyor çünkü Venedik’e ilgi duymamak ve gitmemek hiç inandırıcı değil. Ayrıca, Venedik’teki ilk bienalin gelişmek için de çok vakti oldu, önce yerel olarak başlayıp sonra tamamen uluslararası olsa da, aslında, döneminin sorunlarına hiç odaklanmadı; ta ki yakın zamanda, her dönemsel büyük serginin kendi zamanına ait karmaşık sorunları yansıtması gerektiği anlayışı gelene kadar. Bu konular tamamıyla farkı olabilirdi; yerel meseleler, küresel meseleler, ülkenin ya da şehrin sorunları- ya da bölgeyle ilişkili konular. Bana göre, eleştirilerden biri de tabii ki, bienallerin planlanmasında karşımıza çıkan bazı beklentiler olduğu hissiyatı. Aynı zamanda, bienallerdeki sanatçıların tepkilerinin küresel politikalar ve sosyal meselelerle eş zamanlı olmaması da eleştirilen bir konu. Şu anda 2017 edisyonunun son günlerinde olan Avrupa Bienali Documenta’da bile, hatta beş yıllık hazırlanma sürecini de kapsayacak şekilde, karmaşık konular üzerindeki vurgu noktaları değişkenlik gösterdi. Bana kalırsa, sanatçılardan ve küratörlerden, politik durumlarla alakalı farklı bakış açılarına ya da yorumlamalara aniden atlamalarını beklemek garip. Diğer yandan, rekabet konusuna gelecek olursak, evet birçok bienal var ama rekabet var mı bilemiyorum. Ama örneğin, 2017’de çoğu bienalin Eylül ayında başlaması, diğer bienallerden izleyici çekmeye çalışmak için özel bir plan gibi görünüyor, gerçekten profesyoneller dışında bienali ziyaret eden izleyicilerinin olup olmadığından emin olamasam da. Eminim böyle bir izleyici kitlesi yok. İnsanlar tesadüfen birkaç tane büyük etkinliği takip edebilir ama hepsine gitmeyi planlayamaz- ziyaret edenler ise, genellikle profesyonel görevleri gerektirdiği için bunu yapıyorlar. Tartışmalar/sorunlar da değişken. Aşina olduğum kadarıyla – İstanbul’u ayrı tutuyorum çünkü bence o kendi başına bir başarı ve hem şimdi hem gelecek için var olmasının büyük bir anlamı var- bazı bienaller etkinliklerini hızlandırıyor, örneğin Yekaterinbug’daki Ural Endüstriyel Bienali. Bu panelden önce meslektaşlarımla tartıştığımız konuların, halkın sergiden beklediklerinden ve bienal organizatörlerinin planladıklarından çok uzak olduğunu düşünüyorum. Hâlâ çağdaş sanata pek aşina olmayan bir halk var ve hâlâ, tutkulu bir sosyalist inançla, tüm şehir halkını bienal sayesinde çağdaş sanat konusunda eğitebileceklerini düşünüyorlar ve ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Mümkün olduğu kadar çok yerde sanatçılara konaklama olanağı sağlıyorlar (sanatçı rezidansları), bienalin endüstriyel merkezlerde tanıtımını yapma konusunda oldukça aktifler- çoğu da üretim sürecinde çalışıyor, Avrupa’daki birçok yer için bu oldukça tartışmalı olurdu.
Beral M.: Bu bienali kim destekliyor? Devlet mi yoksa yerel yönetim mi?
Iara B.: Yerel yönetim. Bu da yine komik bir hikâye çünkü bu da rekabetle ilgili bir soru. Bazı yerlerde bu sürecin farklı temsilcilerin karşılıklı anlaşmasına dayalı bir durum olduğunu söyleyebilirim. Gerçi şu anda büyük finansal zorlukların tartışıldığı rapordan sonra Documenta ile ilgili ne olur bilemiyorum, ama birçok ülkede (bienaller) devlet girişimi ve devlet desteğiyle yapılıyor.
Beral M.: Örneğin Moskova’da?
Iara B.: Devletin kararı, devletin parası, devletin mülkü.
Beral M.: Peki buna Moskova’daki genel halkın tepkisi ne?
Iara B.: Biliyorsunuz, büyük kitleler genellikle eğlenceyi seviyorlar. Bu nedenle, spesifik ve özel bir tepkileri ya da eleştirel bazı beklentileri olduğunu söyleyemeyeceğim. İnsanlar meraklı, haftaya yedincisi başlayacak ve artık daha da meraklılar mı bilmiyorum ama, benim dahil olduğum ilkiydi ve bir ay içinde 3000.000 bin ziyaretçi geldi… bu gerçekten çok. Ama, sosyolojik bir analiz yapmış olsak, aslında 15 milyon nüfuslu bir şehir için bir şey değil. Başardık mı başaramadık mı? Diyelim ki ziyaretçiler arasında profesyoneller çoğunluktaydı, diğer ziyaretçilerin kim olduğu konusunda gerçekten emin değilim.
Beral M.: Moskova ve dahil olduğun diğer bienallerde sponsorlar arasındaki rekabet nasıldı?
Iara B.: Eğer bu soruyu soruyorsan, demek ki İstanbul Bienali sponsorları arasında bir rekabet görüyorsun (gülüyor). Dürüst olmak gerekirse, ben sponsorlar arasındaki rekabet ile ilgili hiçbir şey duymadım. Ülkelerde devletle anlaşma içinde düzenlenen büyük çaplı çağdaş sanat etkinliklerini destekleyenler, genellikle ne tavsiye edilirse onu destekliyorlar. Çünkü bilmiyorlar. En kötü anlarda bile, bugünkü gibi, sansürün yükselişiyle- resmi bir sansür uygulandığını söyleyemem ama bazı ifade biçimlerinin açık bir şekilde sınırlandırılmasına dair bir yükseliş var- şimdi bile, özel destek bundan memnun gibi. Devlet desteği her an geri çekilebilir ki bu özel desteğin çekilmesinden çok daha büyük bir problem yaratır. Ama öncelikle, bienalin, en azından Moskova Bienali’nin, zengin insanları kendilerini desteklemeleri için eğitmesi, birazcık da illüzyon sayılır. 12 yıl oldu ve işler bu şekilde yürümüyor.
Beral M.: Sabine B.V., Viyana’dan bakarsan, bu başlığa nasıl yaklaşıyorsun çünkü bildiğim kadarıyla Avusturya’da bienal yok?
Sabine B. V.: Tabii ki bir bienal var. Viyana Bienali var, eskiden Fotoğraf Bienaliydi. Ama ben başka bir konuyla başlamak istiyorum. Herkese merhaba ve teşekkürler. Aranızda İstanbul Bienali’ne katılmış/ziyaret etmiş olanların kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Peki ya Venedik? Herkes mi? Peki Venedik ve İstanbul dışında?
Çok iyi! Yani, öncekinden daha az değil. Rekabet ile ilgili soruya gelirsek, bildiğim tek rekabet İstanbul, Lyon ve Moskova arasında çünkü açılış tarihleri birbirlerine yakın. Genellikle önce Lyon sonra İstanbul başlıyor. Soru şu; rekabet kimler arasında? İzleyici mi, sanatçı mı, küratör mü? Ben hiçbir rekabet görmüyorum… Buradaki herkes İstanbul Bienali’ni bir ya da daha fazla kez gördü çünkü ulaşmak kolay. Peki kaç kişi, ekonomik olarak, seyahat etme şansına sahip? Ben birçok bienale gidebiliyorum çünkü sanat eleştirmeniyim ve her zaman davet ediliyorum, masraflarım da karşılanıyor.
Beral M.: Dün basın toplantısında son bienalin 15 milyonluk şehirde 450 bin kişi tarafından ziyaret edildiği söylendi. Kim ziyaret etti??
Sabine B.V.: Ama çağdaş sanat zaten çok elit bir alan ve büyük bir seyirci kitlesine yönelik değil. Müzeler bugün büyük izleyici kitlelerine ulaşabilmek için büyük hatalar yapıyor, mesela bunu Documenta’da görebilirsiniz, sürekli daha fazla izleyiciye ulaşmak istiyorlar ama daha beter bir hale geliyor. Documenta’nın organizasyon ekibinden tanıştığım bir kişi dedi ki, “en azından iyi haber şu ki büyük ihtimalle Documenta’yı devam ettirebilecekler.” Büyük ihtimalle ne demek? Documenta’yı sonlandırmayı mı tartışıyorlar? Bilmeyenler için söyleyeyim, Documenta’nın 7 milyon borcu var, zaten önceden 40 milyon varken 7 milyon daha, bu da 5 yılda 47 milyon demek. Of! Yani, rekabet üzerine ne söylenebilir? Hangi rekabet? İstanbul Bienali’nin ne kadar bütçesi var?
Beral M.: Yani aslında yanlış soruyu sorduğumuzu mu kastediyorsun? (gülüyor)
Sabine B.V.: Evet. Bienaller arasında hiçbir rekabet görmüyorum, hepsi birbirinden çok farklı.
Beral M.: Belki de bienallerin içerikleri ve temalarıyla ilgili, izleyicilere ve sanatçılara nasıl temalarla ulaşmaya çalıştıkları üzerine konuşmalıyız. Konular daha politik mi olmalı, daha felsefi mi? Sizlerin bu konudaki deneyimi ne?
Iara B.: Bence asıl önemli soru bu. Bana kalırsa, 1990’lardan itibaren, yani “bienal patlaması” dediğimiz dönemden beri, asıl soru cevaplanmadı; bienallerin kimin için yapıldığı. Bu, aslında teknik anlamda bir cevabı olmayan en karmaşık soru. Örneğin Sabine B.V., bir sanat eleştirmeni olarak seyahat edebiliyor ve sayıca fazla ve iyi bienallerin olmasından mutluluk duyuyor. Peki ya yerel halk? Bir şekilde, elit çağdaş sanat dediğimiz bir aydınlanma teorisi içinde yaşıyoruz, ama eminim bütün küratörler, daha geniş kitlelerle çalışmak için motive olduklarını söylerler- bu profesyonel bir tavır değil ve birçok durumda da, çok karmaşık bir hal alıyor. Öncelikle, dürüst olmak gerekirse, birçok küratör izleyiciyle kendi geçmişleriyle ve aktiviteleriyle alakalı ilişkilere sahip. İzleyicilerin kim olduğuyla ilgili hiç ciddi sosyolojik araştırma yapılmıyor çünkü bu oldukça pahalı ve karmaşık. Mesela, İstanbul Bienali’ni görecek olan izleyici kim? Ben 2 yıl önce buradaydım, 6 yıl önce de, 12 yıl önce de. Ondan önce zaten bilmiyordum. Bugün yeniden geliyorum, peki neden? Bu sefer daha mı iyi? İşte bahsettiğim his bu. Belki bu tarz bir araştırma pahalı ya da belki kimse şehir halkının, bienalin yapıldığı yerdeki asıl halkın nasıl yaşadığını bilmek istemiyor. Örneğin Venedik’ten biliyoruz ki halk, bienalden nefret ediyor. Hiç sevmiyorlar.
Beral M.: Geçmişte Venedik Bienali’nde protestolar olmuştu ama uzun yıllardır yok galiba.
Iara B.: Bu sene yeniden oldu. İnsanlar bienali bazı gündelik hayat sebeplerinden sevmiyor. Peki hiç ziyaret ediyorlar mı? Kimse sormuyor bile.
Sabine B.V.: Ama turistleri sevmemek bir moda haline geldi, bunu birçok şehirde birçok sebeple görüyoruz… Ve bienal izleyicisi, film festivali meraklılarına vs. kıyasla hiçbir şey.
Iara B.: Hayır, kıyaslanabilir çünkü ikisi de açılış günlerine odaklanıyor. Venedik istatistiklerine göre film ve görsel sanat festivalleri giderek artıyor, insanlar da açılış günlerinden şikayetçi… ön izleme günleri, 4 gün profesyonel ziyareti kapsıyor, 1 hafta da film festivalini…
Beral M.: Bu 2-3 günde, profesyoneller sadece Venedik’teki ana sergileri görebiliyor, fakat aslında şehrin her yerine yayılan 50-60 tane sergi oluyor. Yani, çoğu sergi profesyoneller tarafından izlenemiyor. Ancak turistler eğer Venedik’in labirentlerinde dolaşırlarsa…
Iara B.: … biletler de çok pahalı ve sadece 1 gün geçerli.
Sabine B.V.: Küratörler açısından yorum yapamam ama bir sanat eleştirmeni olarak diyebilirim ki, 90’larda günlük bir gazetede bienal üzerine nerdeyse yazmak imkansızdı. Venedik Bienali’nden bahsetmek bile imkansızdı çünkü hiç ilgi yoktu. Bugün, İstanbul Bienali ile ilgili Viyana’nın en önemli gazetesinde yazabilirim, özellikle de bienal içindeki karmaşık politik durumlara karşı yoğun ilgi var.
Iara B.: Peki gazete üzerinden ziyaretçileri- halkı etkilediğinizi düşünüyor musun?
Sabine B.V.: Hayır ama tüm önemli gazete ve dergilerde bienaller üzerine yazabilmek ciddi bir gelişme, örneğin Gwangju gibi, hiçbir okuyucunun bilmediği bir yerdeki bienal hakkında… Etkileme anlamında bunu söyleyebilirim… Birçok insan Venedik Bienali’ni bilse de gidemiyor, ama yazılanlar sayesinde bir şekilde onlara tanıdık geliyor. Bence bu gerçekten harika. Neden mi? Çünkü insanların dünyanın her yerindeki sanat sergilerinin potansiyellerini keşfetmeleri için bir ufuk açıyor. Seyahat etmek de her zaman ufuk açıcı… çok ilginç çünkü başka ülkelere, özellikle de egzotik ülkelere gitmeden önce, bunu söylemekten nefret etsem de, her zaman ön yargılarım oluyor. Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerle ilgili… bazen bu ön yargılar doğru çıkıyor bazen de tamamen yanlış. Bir ülkedeki sanatı anlamak için, onların kültürel bağlamı içinde olmak çok önemli.
Beral M.: Hindistan’daki bienali gördün mü? Biraz bahsedebilir misin?
Sabine B.V.: Çok berbat bir şekilde organize edilen bir tane vardı, adı Hindistan Trienali, 60’larda Delhi’de başlayan, Venedik konseptinde olan en eskilerden biri. Bugün Venedik gibi, devlet tarafından davet edilerek yapılan çok az bienal var, bu demek oluyor ki, herhangi biri o an moda olan sanatı da, sanatçıları da seçebiliyor, kendi arkadaşlarını küratör yapıp hep birlikte çalışabiliyorlar. Bu da bu tarzda organize edilen bir bienaldi, dolayısıyla değişik yabancı sanatçıları ve inanılmaz fazla, daha önce hiç görülmemiş Hintli sanatçıları davet etmişlerdi. 1996 ya da 1998’di, korkunç bir sergi gördüm, birçok protesto oldu, daha sonra da bir daha hiç yapılmadı. Büyük ihtimalle Hintli sanatçılar şikayetçiydi, ben gördüğümde ise “Of! Hindistan’da hiç ilginç çağdaş sanat yok!” demiştim. Bu ön yargım doğru çıktı, bu bienal gerçekten çok kötü organize edilmişti…
Beral M.: Yani bir şehirdeki ya da ülkedeki bienali yapma şekli küratörlere mi bağlı?
Sabine B.V.: Paraya bağlı (gülüyor).
Beral M.: Peki ya Lyon Bienali’nin konsepti?
Sabine B.V.: Lyon Bienali çok farklı çünkü bir müzeye, hatta bir kişiye bağlı. Thierry Raspail, her 3 yılda bir küratöryel konuyu seçiyor, iki yılda bir olan bir sergi gibi, ama seviyorum çünkü (estetik olarak) çok iyi organize ediliyor. Yeterli zaman ve yeterli bütçeyle.
Beral M.: Fransa için Lyon Bienali’nin önemi ne ?
Sabine B.V.: Jack Lang tarafından, Fransız Bienali olarak başlatıldı. Genç sanatçılar için, Paris’ten uzaklaşma umuduyla…
Beral M.: Yani belki de kültürel politik olarak farklı amaçları vardı.
Sabine B.V.: Bütün bienallerin politik amaçları var (gülüyor).
Beral M.: Peki İstanbul Bienali’nin politik amaçları hakkında ne düşünüyorsun?
Sabine B.V.: Devlet tarafından desteklenmiyor ve tamamen özel, o yüzden çok farklı. Kenti pazarlamakla ilgili değil, Gwangju gibi, kenti haritada öne çıkarmak için değil, Kochi’deki gibi iki sanatçının büyük idealizmi ile de gerçekleşmiyor. Bence gerçekten çok önemli bir bienal.
Beral M.: Bu sene, üç tane ilginç tema vardı.
Venedik Bienali teması; Viva Arte Viva (Çok Yaşa Sanat)
İstanbul; İyi Bir Komşu
Atina Documenta; Learning from Athens (Atina’dan Öğrenmek). Bu üç temayı tartışabilir miyiz?
Sabine B.V.: Bienal temaları… Bazen, sanat eserleriyle uyumlu olduğunda güzel oluyor (gülüyor).
Beral M.: Sizce bu temalardan hangisi gerçekten hayata dokunuyor?
Iara B.: Ben Venedik Bienali’nin başlığının kulağa biraz kinayeli geldiğini düşünüyorum. Ama temalar başlıklardan farklı oluyor. Bana kalırsa, başlık metinde yazsa da küratör Christine Macel’in yapmaya çalıştığı şeyle çok bağlantılı değil, çünkü sergide, böyle tez canlı bir tavır yok. Tabii ki bazı anlarda var, ama genel ifadelerin ve ortamın ruhunda, ifadesinde yok…. Birçok sorunsal, birçok eleştiri, çok detaylı analitik şeyler var. Yani başlık biraz…
Beral M.:… daha geniş bir kitlenin dikkatini çekmek için?
Iara B.: Evet, belki de. Küratörler için bir başlık üretici araçlar var. Belki oradan seçilmiştir (gülüyor). Aslında birkaç sene önce ilk başlık üretici ortaya çıktı, siteye girip birkaç kelime yazıp cinsiyetinizi ve yaşınızı not ediyorsunuz, sonunda size bir başlık veriyor. Komik olan şey, ilkini beğenmezseniz, defalarca yapabiliyorsunuz, bir limit yok! (gülüyor).
Sabine B.V.: Sen kendi sergilerinden biri için onu mu kullandın? (gülüyor)
Iara B.: Hayır, çünkü bunu yapmaktan utandım ama yapabilseydim eminim komik olurdu. Bugün, bütün bu yapay zekâyla gelişen şeyler içinde, eminim şimdiden demode olmuştur çünkü geçen sene, aynı mantıkta, bir sanat ve kültür doktorasında ortaya çıktı, bir başlık istediğinizde, aynı şekilde yapıyorsunuz. Bu bir makine, yazılım uygulaması ve sözcükleri karıştırarak anlamlı hale getiriyor. Sadece İngilizce çünkü İngilizce, gramer olarak hataları engellemeye en müsait dil, böylece mantıklı bir küratöryel başlık ortaya çıkabiliyor.
Bienallerdeki başlıkların mantığına bakarsak, Documenta’nın şimdiki başlığını duyunca şaşırdım, iki önceki “Modernite bizim Antikitemiz mi? (2007)” başlıklı bienalden sonra... O başlığı ilginç bulmuştum, çünkü bütün o antikitenin köklerini, diyelim 19. Yüzyıl hatta Birinci Dünya Savaşı zamanı, korumak çok karmaşık, o dönem tüm o antroposentrik (insanı evrenin merkezine koyan) illüzyonlar oluşmaya başlamıştı, bence bu antikitenin etkisinin azaldığını gösteriyordu. Bugün, bu başlıktan 10 yıl sonra, Atina’dan ne öğrenebiliriz? Atina, ekonomik ve sosyal anlamda, isle ilgili, kurumsal ve turistik açıdan çok sorunlu, başı belada. Aynı Avrupa’da yaşıyorum, biz küçük çocuklarken Batı’daki akıllı, büyük ağabeylerimizden öğrenecek şeylerimiz olduğunu duyardık, Yunanistan Güney’de ama bir şekilde Batı tarafında… Biz zaten büyük derin bir çukurun içindeyiz, lütfen onların deneyimlerinden, mülk sahiplerinin doğrularından, özel mülk sahiplerinin doğrularından vs. bir şey öğrenmeyelim! Ne öğreniyoruz bilmiyorum. Bence, otantik olmayı öğrenmeliyiz. Bu benim hissiyatım. Genel olarak, başkasından öğrenebileceğimiz şey, otantik olmak.
Eğer temalardan bahsedecek olursak, temalar çok daha karmaşık ve dinamik. İstanbul’daki “İyi Bir Komşu” teması hakkında benim ilk tepkimi biliyorsun Beral M., hayal kırıklığına uğradım, çünkü komşular biziz (gülüyor). Metaforik ve teknik olarak, politik ve tarihsel olarak, çok karmaşık komşuluk ilişkilerimiz vardı. İyi bir komşuluktan bahsedersek, hiçbir zaman mükemmel değillerdi (komşularımız). Hepimiz, genellikle, komşularımızın iyi olmasını isteriz, Bulgaristan ve Türkiye arasında, teknik olarak savaş olmasa da, her zaman bir mesafe vardı.
Beral M.: Soğuk Savaş sırasında, kültürel olarak hiç ilişkimiz, bağlantımız yoktu.. Çok zordu.
Iara B.: Politik istatistiklere göre, genelde başkalarıyla daha iyi ilişkilerimiz oldu. Bulgaristan’ın neyse ki hiçbir zaman nükleer silahı olmadı. Bulgaristan, Türkiye Nato üyesi olmadan önce, Varşova Paktı çerçevesinde bağımsız bir ülkeydi. Türkiye Nato üyesi olmak istediğinde, herkes Nato üyesi olmak istedi. İyi bir komşulukta, komşun ne yaparsa onu yaparsın. Ama bu espriyi bir kenara bırakacak olursak, politik anlamda iyi bir komşuluk ile ilgili neyi ne kadar iyi biliyoruz?
Beral M.: Şu sıralarda bu soruyu bir Türkiye vatandaşına sormamalısın (gülüyor). Çünkü komşularımızla birlikte yaşamakla ilgili gerçekten zorlu bir dönemden geçiyoruz. Peki ya senin komşuların Sabine B.V.?
Sabine B.V.: Komşularım hakkında hiç düşünmedim (gülüyor). Batı Avrupa’da komşuluk, bir konu bile değil. Avusturya komşularla çevrili, ama Avusturya’nın komşuları hakkında hiç düşünmedim, Almanya, İtalya…
Beral M.: Evet, ama belki de özel yaşamdaki komşuluk üzerine konuşabiliriz.
Sabine B.V.: İlk başta, çok politik bir başlık olduğunu düşündüm, bienal için oldukça zekice ve eleştirel. Ama sonra, çok fazla şey oldu. Daha fazla takip edemedim. Aradayım.
Beral M.: Bu başlık, halkın gerçekten gözünü açıyor çünkü çok açık/geniş. Bazı sorular sormaya aracı oluyor; komşu olmakla ilgili ne iyi, ne kötüdür? Komşuluk nedir? Bana göre bu zamanda bu başlık küratörlerin çok akıllıca bir seçimi olmuş. Henüz işleri çok az görebildim, ama siz görebildiğiniz kadarıyla işler hakkında ne düşünüyorsunuz? Başlıkla diyalog içindeler mi?
Sabine B.V.: Bütün isimleri hatırlayamıyorum… Güney Koreli bir sanatçının tavana asılı ters dönmüş, kendi dairesini yaptığı bir işi var, ters dönmüş bir dünya imajı. İstanbul Modern’e girdiğinizde, Adel Abdessemed’in işi var, Viyetnam’lı kadın, çok politik ve dramatik bir iş. Fil dişinden yapılmış, sordum; “Gerçekten fil dişi mi??” Pahalılığından değil, ama sonuçta bir fili öldürmek gerekmiyor mu ve bu yasak değil mi? Sanatçı bu malzemenin 50 yıllık olduğunu ve seyahat edebildiğini söyledi, canlı olan tek malzemeymiş… onu söyleme biçimi anlamlı geldi çünkü kadının kendisi öldü, hatırası canlı, bir imaj haline geliyor, size doğru koşuyor, beyaz mekanda beyaz bir figür ve ağlıyor. Bugün, çivisi çıkmış bir dünyada, herhangi bir bienalde krizden bahsetmemek garip olur… Bir bienale geliyorsunuz ve ilk gördüğünüz şey bu etkileyici/hassas görüntü. Bienal için harika bir başlangıç. Ama tabii ki herkes bienali gezmeye aynı sıradan başlamıyor. Bazıları buraya Pera Müzesi’ne geliyor, bazısı Rum Okulu’ndan başlıyor, bazısı İstanbul Modern’e gidiyor. Eğer cazip bir bienal yapmak istiyorsunuz, bunu yapmak kolay değil… Diğer bir iş, Latifa’nın, Gezi Protestoları ile ilgili bir duvar işiydi.
Beral M.: 2013’te Gezi Protestoları olduğundan beri, bu konuyla ilgili çok iş üretildi. Tarihi Balat semtindeki özel galerilerden The Pill’de, Ferhat Özgür’ün sergisi de Gezi temasına yönelik işleri kapsıyor. Iara B., sen temayla diyalog içinde olan işlerle ilgili neler söylemek istersin?
Iara B.: Henüz çok fazla göremedim… Bu sabah Rum Okulu’ndan başladım. Bence başlangıçta, Pedro Gómez-Egaña’nın hareket eden apartmanı çok etkileyiciydi. Söylemek istediğim bir şey var, biz bireysel komşuluktan söz ediyoruz, altını çizdiğim için özür dilerim ama, ben sosyalist devletten geliyorum, bizde bireysel komşuluk seçilecek bir şey değil çünkü toplu konut sistemi var. Dolayısıyla, kim kimle komşu olacağına kendi karar veremiyor, tamamen bir şans işi… Bizim kültürümüzden bakarsak, komşuluk/muhit, hiç dostane ve rahat değil. Bireyler kendi yaşam biçimini kendi yaratmak zorunda, arkadaşlarınız, ziyaretçileriniz misafirliğe gelebilir, çevrenizle iyi ilişkileriniz olmalı çünkü müzikten vs. şikayetçi olabilirler. Bunun dışında bir “komşuluk” fikrine sahip değiliz. Bizim için, sizi rahatsız etmeyen komşu, iyi komşudur. Bunu biraz ironiyle söylüyorum ama şehirlerdeki tüm sosyal sistem içine dahil edilmiş bir durum – sağlık sistemi, itfaiye vs. Ben genellikle her zaman, komşuluk fikrinin daha kırsal kesimlere ait olduğunu düşünürdüm; insanların mülk/arsa üzerinden bağlı olduğu ve komşularıyla ilişkileri olmazsa tüm hayatları boyunca karmaşa içinde olabileceklerini.
O yüzden örneğin, bizde “bize komşularını göster sana kim olduğunu söyleyelim” deyimi vardır, bunu ancak şimdi anlıyorum, bu da demektir ki bu bienal işe yarıyor!
Bana göre, komşulukla ve komşuluk ilişkileriyle ilgili olan işler oldukça etkileyici. İstanbul’la özdeşleşen, görünür olan bir tema- buraya seneler önce ilk gelişimi hatırlıyorum, oldukça komünal bir yaşam tarzı var, insanlar birbirini tanıyor ve ilişkileri var, bu da bir mekanın ruhunu yansıtıyor- daha sonra başlığı düşündüm, insanların İstanbul Bienali’nden ne beklediğini anladım. Ama başlığı ilk okuduğumda, hiçbir şekilde bireysel komşuluk aklıma gelmedi, ülkedeki politik azınlıklar gibi konuları düşündüm. Fakat bienalde gördüğüm birçok iş, bireysel komşulukla ilgiliydi. Bu şey gibi, hani komşun ölür de, sen bilmezsin haberin bile olmaz ve bir utanma duygusunu hissedersin..
Beral M.: Sanatçı listesine bakarsak, isimlerin yarısını bilmiyordum. Siz bu sanatçılarla Avrupa’daki sergilerde karşılaşmış mıydınız?
Sabine B.V.: Artık bütün bienaller böyle, her yerde, artık sanatçı isimlerini bilmiyoruz…
Beral M.: Örneğin Venedik Bienali’nde, sürekli sanatçıların doğum tarihine bakıyordum ve gördüm ki küratör çoğunlukla 1940lar-50ler-60larda doğan sanatçıları davet etmiş. Ama İstanbul Bienali sanki daha genç jenerasyon sanatçılarla gerçekleştiriliyor.
Sabine B.V.: Istanbul Modern’de, bacakları yapan sanatçı var, yaşlı bir Türk kadın sanatçı.
Beral M.: Adı Candeğer Furtun. 1970’ler- 80’lerden beri seramik yerleştirmeleri yapan çok önemli bir sanatçı.
Sabine B.V.: Sanat dünyası, şu anda sanatçılara çok aç bir halde, sürekli daha yeniyi, daha genci istiyorlar…Documenta’da sanatçıların yarısını tanıyan var mıydı?
Beral M.: O zaman şu anda söylediğin, küratörler için bir mesele çünkü dünyanın her yerinde gerçekleşen farklı seviyedeki üretimleri sürekli takip etmek zorundalar. Sergiyi yapmanın doğru yolu bu mu? Tek bir kişi bunu yapamaz, o halde, bir bienalin küratörlüğünü ekip olarak yapmak konusunda ne düşünüyorsunuz? Bienalin küratörlüğünü ekip halinde yapmak mı, tek bir star küratör olarak yapmak mı daha iyi?
Sabine B.V.: Küratörün bakış açısından, bence bir ekip olarak yapmak daha iyidir, ama bana kalırsa, daha iyi organize edilen bienallerin ya tek bir küratör tarafından ya da içindeki herkesin aynı seviyede olduğu bir ekip tarafından yapılıyor. Mesela Norveç’teki Momentum’da, hepsi aynı seviyede olan 5 küratör var. Gördüğüm en kötü bienaller ise hep tek küratörlü, etrafındaki 3-4 kişiden yardım alan Documenta tarzı olanlar, her şeyin karışımı olan ve kimsenin tam olarak sorumluluk almadığı sergiler.
Iara B.: Büyük uluslararası sergilerde daha yaşlı jenerasyon sanatçıların olmasını oldukça mantıklı buluyorum. Öncelikle, zamanında çok önemli sanatçılarmış ama bugünkü gibi görünür değillermiş, onlarla sergi yapmak çok önemli çünkü kendi yerel sahneleri için oldukça önemliler ve ne kadar etkili olduklarını herkes biliyor… neyse ki hayattalar çünkü bu tarz yoğun bir ilgiyi görmeleri gerek. Başka bir açıdan bakarsak, bütün ülkelerde son derece etkili, bugüne yakın konuları o günkü yaşam koşullarının getirdiği izole edilmiş varlıkları içinde işlediler, bu bağlantıları görmek son derece ilginç. Aslında, bu özellikle sanatçılarla birçok kez tartışıldı; yaşlı sanatçılarla bir bienal yapmak nasıl olurdu? Onlar arasındaki çağdaşlarla, 20-30 yaşlarındakiler yerine 70’lerinde, 60’larındakilerle. Çünkü teknik olarak, onların Güney Kore’den tutun, Bulgaristan’a kadar, hangi konularla ilgili oldukları tahmin edilebilir. Sonra aynı olayların, Zeitgeist’in 60- 70-80’lerde Türkiye’de, Norveç’te, Rusya’da, Arjantin’de nasıl olduğuna bakmak… Bu ilginç ama riskli çünkü bu sefer organizatörler ve yönetim size diyecek ki “evet ama bunlar satmaz.” Örneğin, Documenta bir yayın çıkarıyor; sanatçılara lüks, moda kıyafetler giydirip fotoğraflıyorlar, eminim kimse yaşlı sanatçıları böyle görmek istemez.
İnsanlar demir perde döneminin üstesinden gelmeye çalışırken, izolasyon ve bilgi eksikliği içindeydi, ama çok daha fazla ütopik düşünce vardı. Çünkü hayal gücü alanı, siyasal alanda çok sınırlıydı. Fakat çok daha büyük hayaller vardı, o dönemden ne çıkardı gerçekten merak ediyorum. Bienali yapanları düşünürsek, iyi ve kötü nasıl belirleniyor? Tek bir küratör çalıştığında, aynı anda birçok şeyi yapmak çok zor olabilir, ama eğer iyi bir prodüksiyon ekibiniz varsa, her şey rahat olur. Böyle bir durumda tek ya da ekip konusu tartışılamaz. Ama yine de rekabet var… bir projenin gerçekleştirilmesi, son kararı veren biri olmadığı zaman oldukça zor, karmaşık oluyor ve iyi birleşmiyor. İstanbul’da olan şey bence çok özel, öncelikle küratör aynı zamanda sanatçı- bir ya da iki kişi olmaları fark etmez- dolayısıyla zaten birlikte çalışmaya, üretmeye, yaratmaya ve savunmaya alışık olan insanlar.
Beral M.: Ve gerçekten çok deneyimli bir altyapı sistemi var.
Iara B.: Ve çok iyi sanatçılar, iyi tanınıyorlar ve bu sanatçılara yatırım yapılabiliyor. Bu çok yardımcı bir süreç.
Beral M.: Öyleyse, sanatçı olan ve sanatçı olmayan küratörler arasında bir rekabet olduğunu söyleyebilir miyiz?
Iara B.: Belli bir bütçe alan ve bedavaya çalışan küratörler arasında bir rekabet var… Bu hiç tartışılmıyor çünkü hiç konuşulan bir konu değil, güvenli bir alan değil.
Beral M.: İzleyicilerden soru almadan önce, son olarak belki bu tema ya da genel olarak bienallerle ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?
Sabine B.V.: İstanbul Bienali ile ilgili en güzel deneyim, herkesin çok rahat olmasıydı. Her şey yapılmıştı, her şey hazırdı ve çok güzeldi. Küratörler Elmgreen & Dragset ile konuştuğumda da, çok açık görüşlülerdi ve her soruya cevap veriyorlardı, hiçbir şey saklamadılar, gerçekten çok rahattılar. Çoğu zaman bir açılışa, özellikle de basın toplantısına geldiğimizde hiçbir şey hazır olmuyor.
Beral M.: Şu anda söylediğin şey aslında bir paradoks, çünkü Türkiye bugünlerde hiç de rahat değil, ama bienal çok rahat! (gülüyor)
Sabine B.V.: Evet, çok rahat!
Iara B.: Demek ki çok başarılı bir takım çalışması ve iyi bir planlama var, dolayısıyla çevre çok önemli değil. Benim söylemek istediğim bir şey var, İstanbul’a geldiğimde havaalanında bir meslektaşım karşıladı, onunla konuştuk; son yıllarda İstanbul, hatta Türkiye ile ilgili bilgiler genellikle çok sıkıntılı bir şekilde yansıtılıyor: Ülkede olan bitenler, ülkenin etrafında olup bitenler, ülkeler arasında ve diğer ülkelerde olup bitenler… Başka bir ülkede meydana gelen benzer kültürel ve politik gelişmeleri takip ediyorum- bu ülke de Rusya- ve Rusya’da, belki siz de İstanbul’da yaptınız ama, şu konuyla ilgili meslektaşlarımla çok aktif ve uzun iç tartışmalar yaptık; “bienalin varlığını ne derecede savunabiliriz?” Çünkü ilk bienal, Moskova’daki resmi kişiler tarafından başlatıldı; resmilerin daha resmilerinin de resmileri… Sadece devlet tarafından başlatılmadı ama devlet bütçesiyle başladı, dolayısıyla devlet bienal bütçesini vererek veya vermeyerek bienali manipüle edebiliyor. Bu, tabii ki dışarıdan gelen küratörün bilmediği spesifik bir kültür politikaları.
Beral M.: Peki ne olacak?
Iara B.: Tahminimce, senin de bildiğin gibi çok profesyonel bir küratörü olduğu için devam edecektir. Ama profesyonel koşullarda, yine bir problem var. Halkın kendisi büyük ve parıltılı bir etkinlikten mutlu olacaktır- Moskova’da bu önemli çünkü her şey büyük ve parıltılı- ama bu bienalin kurulunda olanlardan biri olarak, bizim sorumuz; biz taviz veriyoruz, kültür bakanı “bu mümkün, bu değil” diyor, “bu insanları istiyoruz, bunları istemiyoruz” diyor. Biliyorsunuz, iyi tanınan ve coğrafi olarak da Rusya’yla bağlantılı olan bir küratör önermemiz gerekiyor, biz de tamam diyoruz, önerilerde bulunmaya çalışıyoruz, daha az politik olmaya çabalıyoruz. Ama aynı zamanda, projeyi ne derecede savunabiliriz? Eleştirmenler bunu başından beri düşünüyor, bu etkinlik inanılmaz bir özgürlük hissini sağladı, aynı zamanda uluslararası bağlantılar yarattı. Ama eğer özgürlük duygusu giderse ve uluslararası ilişkiler azalırsa, devam etmesinin bir anlamı kalır mı? Diğer yandan, evet bir anlamı var çünkü birçok konu henüz çözülmedi, giderek daha da ilgili olan genç bir kuşak var, ve 10 yıl içinde bienal için çalışacak gönüllü sistemini hazırladılar. Teknisyenler ve onların kurumları da bienal sayesinde canlandı. Tüm bunları sonlandırmak, bırakmak demek, insanların “aa onlar temiz kalmak istedi, devletle işbirliği yapmak istemedi, o yüzden bienali sonlandırdılar” demesine yol açar. Benim açımdan bu soru önemli. Hem para sıkıntısı anlamında, hem de politik koşullar anlamında önemli. Japonya’daki bienalde de aynısı oldu. Kapattılar, daha fazla dayanamadılar, taviz veremediler. Peki kimse üzüldü mü? Bilmiyorum. Belki Japonya’nın kalbi kırılmıştır, belki ilk iki edisyonu görenler şimdi bir eksiklik hissediyordur. Buna nasıl karar verilir, gerçekten cevabım yok…Bu çok ince bir karar alma durumu.
Beral M.: Şimdi, izleyiciden soru alabiliriz.
Sabine B.V.: Bienalle bağlantılı sorusu olan var mı?
İzleyici: Benim sorum bienallerin geleceği ve sürdürülebilirliği ile ilgili. 80’lerde, çok az sayıda bienal vardı. Venedik Bienali daha çok sanat fuarı gibi başladı, sonra Sao Paolo, İstanbul, Johannesburg ardından geldi. 90’lardan sonra ise resmen bir bienal patlaması oldu, neredeyse her ülkede, her bölgede, bugün de galeriler gibi bir açılıp bir kapanıyorlar, sürdürülebilir olmaya çalışıyorlar. Bazıları da bunu yapamıyor. Ve belli bir küratör grubu sürekli olarak her yere gidiyor, tabii ki gittikleri şehirleri çalışıyorlar ama sürekli olarak her yere seyahat halindeler ve hep aynı isimler, özellikler de periferi/çevre bienallerinde. Gelecek hakkında ne düşünüyorsunuz çünkü küreselleşme sonrası dönemdeyiz ve küreselleşme temaları artık çok popüler olmayabilir; cinsiyet, kimlik, politika vs. Bu temaların bir gün demode olacağını düşünüyor musunuz? Bienallerin sürdürülebilir olması için ne yapmak lazım ve organizasyonları anlamında üçüncü bir dalga olacağını düşünüyor musunuz?
Sabine B.V.: Tahmin ediyorum ki şu anda müzeler çok derin bir krizdeler, açıkçası ben şu anda sadece bienalleri zor durumları idare edebilecek sergiler olarak görüyorum. Herhangi bir müzenin bir çözümü olduğunu sanmıyorum. Bana göre, şu anda bienaller, çağdaş sanatı sergilemenin tek yolu.
İzleyici: Sizce, akademide “müze çalışmaları” gibi “bienal çalışmaları” alanı olmalı mı?
Sabine B.V.: Hayır hayır, yeterince program var.
Iara B.: Öncelikle, bana göre bienaller sürdürülebilir olduklarını kanıtladı. Küreselleşme temalarını bienal temalarıyla karşılaştırdınız, fakat bence bir karşılaştırma olmamalı. Bence çok iyi bir model, ancak şimdi daha görünür/tanınır olmaya başlandı. İstanbul’dan bahsetmiyoruz, çünkü Türkiye’de daha küçük çaplı birkaç bienal var, ama daha bir tane bile bienali olmayan ülkeler var. Hala bienali olabilecek yerler var. Eskiden müzeler en görünür modeldi. Politikacılarla, sağlık ya da eğitim alanındaki kişilerle, akademisyenlerle konuştuğunuzda, “bir müze yapmak istiyoruz” dendiğinde, herkes bir şekilde nasıl olması gerektiğini hayal edebilirdi… yaklaşık 300 yıldır… Ama bienal ancak şimdi tanınan bir model oldu, artık “bienale gidiyorum”, “bienal yapıyorlar” dendiğinde anlaşılıyor ve herkes kafasında canlandırabiliyor, kimse ne olduğunu sormuyor.
Beral M.: Bence çok interaktif bir görsel…
Iara B.: Aslında çok farklı çünkü sadece bir model, bir çerçeve, gerçek bir yapı değil sadece bir çerçeve. Çünkü aslında çok farklı biçimlerle, çok farklı yerlerde oluyor; Arts Electronica gibi malzeme odaklılardan tutun, baskı odaklı olanlara, farklı boyutlardakine kadar. Şimdilerde, insanlar anladı ki bir bölgede bienale sahip olmak, yaklaşık 180 tane, sorgulayan, yerel sorunlara odaklanan ve muhit sorunlarına yaklaşabilen sanatçıya sahip olmak demek. Bence çok sürdürülebilir bir model. Tabii akademik açıdan gereğinden fazla çalışılmadığı sürece. Eğer akademik olarak çalışılırsa, o zaman müzeler gibi birçok önkoşulu yerine getirmek zorunda kalır; müzeler ziyaret edilmek zorunda, çocuklarla çalışmalar yapmak zorunda, peki o zaman seks müzesini ne yapacağız? Alkol müzesini ne yapacağız? Bir konuda insanları eğitiyor olmak çok iyi bir şey değil. Neyse ki, bienalin bu anlamda bir geleceği var. Sadece dönemsel bir sergi olarak görülebilir.
Beral M.: İstanbul Bienali açısından düşünürsek, geleceği kesinlikle olmalı ve sürdürülebilirlik bir tartışma konusu bile değil, sürdürülebilir olmak zorunda ve hepimizin bienal için dayanışma içinde çalışması lazım. Artık oturumu sonlandırmalıyız. Bir rekabet var çünkü Contemporary İstanbul Sanat Fuarı başlıyor (gülüyor). Dayanışma var, ama rekabet de var!
English Translate
BIENNALES IN THE CONTEXT OF ART CRITICISM: SOLIDARITY OR RIVALRY?
AICA PANEL, 13.09.2017, Pera Müzesi
Beral Madra
Iara Boubnova
Sabine B. Vogel
(Transcription/Translation: Tuçe Erel/Gizem Gedik. Thanks to our members for their contribution to the literature as AICA Turkey).
Beral Madra: I would like to thank AICA Turkey Board for their organizational skill, their work to make our association visible and important/critical within the art development in Istanbul. We are organising this event about the biennales at the preview week of the 15th Istanbul Biennale, which has proven its importance fort he region and international art World since 30 years. The title of the event is “Biennale in The Context of Art Criticism” and the question is; are these biennales reflecting solidarity or rivalry/competition. We will try to answer some questions through the experiences of Iara and Sabine who have been active in many biennales in Europe and other continents throughout these years. I would like to start with a short statement and continue with some questions to you.
As we are making this forum, quite a number of serious essays and reviews about major influential exhibitions such as Documenta and The Venice Biennale were published. Within these critical texts, as you might have read already, the main topics of the 122 years old biennale are as follows;
-Discrepancy or inconsistency between the developed, semi- developed, under developed art systems in the cities of the biennale: This has been discussed because the biennale, for example Documenta, was launched in Athens where there is an economic problem, but also in Venice where there is a big touristic industry and financial possibilities to make this huge event. Another criticism was about the still unresolved relationship between curatorial practice, social, cultural and global affairs that challenge and even reify the very power ad imbalance between the ethics of curating and the over powering market system. There were many other critical ideas. But we all know that contemporary art production and its global network has a complex structure. So, maybe I can now ask you about this contradictory or resolving situation between rivalry and solidarity. Iara?
Iara Boubnova: Thank you very much Beral and thank you everybody who came. Yes, the biennales existing in multiple cities is topically just started to be discussed since the number of international biennales increased after Venice and Sao Paolo. It was okay somehow while Sao Paolo was too far away, but then South African Biennale (Johannesburg Biennale), Istanbul and Gwangju have appeared and then quickly one after another, people started to think and analyse the whole sense and logic of them. From my point of view, actually the colleagues, professionals know it very well, that the tasks and strategies of the biennale doers; those who convince politicians, plan, fundraise and arrange the budgets and then select and invite curators, and then for the curators and the production team, the tasks, differ from let’s say the politicians themselves imagine when they start to probe some of the addresses with the idea of the biennale. An example is Venice, because we can’t imagine how the biennale there started; the city wanted to attract people, nobody visited Venice, the disgusting infrastructure of the city was one of the less attractive Italian places to be visited by international tourism. Today, if you’re even going to say this, it sounds so ironical because it’s hard to believe how it is possible not to be attracted to Venice and not to go there. The first biennale in Venice had much more time to develop since it started as local and then became international, and it never actually reflected the globality of problems of its contemporary times until recently when the understanding that each huge periodical exhibition should be reflecting the whole complexity of the problems of its time, had been actualised. These could be totally different; local or global problems, the problems of the country, the city or any other locality. So I think that one of the issues of those criticism is the feeling that there are some expectations through the planning of the biennales. They also criticise that the reactions of the artists and the biennales are not in time with the development of global politics and social problems. Even through the 5- year preparation of the Documenta, the accent of most complicated situations have changed. From my point of view, it would be too strange to expect artists and curators to immediately jump from one to another point of view or another interpretation of the political situation. Regarding the rivalry, yes there are many biennales, but I don’t know if there are rivals. But for example, I am surprised that in 2017 the majority of them are open in September which looks like a very special planning to take the audience from other biennales, even if I am not sure that the audience other than professionals, really exists. I am sure it does not. People could visit incidentally a couple of biennales but not really plan to visit all of them- they are usually doing it because it belongs to their professional tasks. Problematic, again, depends very much. I am more familiar, except of the Istanbul Biennial which I think, is an incredible achievement by itself, and one of those that really have sense to exist now and for the future, I am familiar with some events which are speeding up in their activities like the Industrial Biennial in Ekaterinburg in Ural. I would say the problems that we discussed for example here with my colleagues before this panel are very distant from what the public is expecting from the exhibition and what the organisers of the biennial are planning. They still have a public which is not very familiar with contemporary art and they still, in the most socialist passionate belief, they want to educate all the population of the city full of contemporary art through this biennial and they do their best. They invite artists for residencies and most and possible and from multiple places. They are incredibly active in advertising the biennial among workers in the industrial plants- many of them are in the production- in some European place it would be very controversial.
Beral: Who is supporting this biennale? The state or the local government?
Iara: Local government. This is another funny story because this is another question about rivalry. In some places, I would say, it’s already type of consensual will of mainly different agents to support. I don’t know what will happen now with Documenta after this report which is a type of on going discussion about huge financial difficulties but, in many other countries, they aren’t state initiatives and state money.
Beral: For example, in Moscow?
Iara: It’s a state decision, state money, state property.
Beral: And how is the reaction of the large public in Moscow?
Iara: You know, large publics like entertainment in general. I can’t say that there’s a specific reaction and critical expectations. People are curious. I was involved in the first one and there were 300 000 visitors in one month, which is a lot. But if it’s about sociological analysis, it is nothing in a city with 15 million (population). So, did we succeed or not? Let’s say all the ones who are connected to the profession visited, but regarding the other audience, I am totally not sure.
Beral: What about the rivalry between the sponsors of Moscow Biennale or other biennales that you were involved?
Iara: You know Beral, if you ask this question it means you see some rivalry between the sponsors of the Istanbul Biennale (laughs). I never heard of any rivalry among sponsors. Those who are interested in supporting huge contemporary art events which are appearing in the country with agreement with the state, they would support whatever would be suggested. Because people are ending the space up curious. Even in the worst moments, like today, with the visible incline of the state over censorship- I can’t say that there is an official censorship, but it’s a specific understandable multiple inclination to limit some type of expression- even now, private support feels okay with that. State support can withdraw which could be a much bigger problem than the private one, but first of all those expectations that biennale, at least Moscow, to educate new rich people to make them support the Moscow Biennale, I think it’s a bit of an illusion. Even since 12 years already, it’s not working like that.
Beral: Sabine, looking from Vienna, how do you approach this title because in Austria there is no biennale I think?
Sabine B. Vogel: Of course there is a biennale. Yes, there is a Vienna Biennale, there used to be The Photography Biennale. But I want to start with another thing. Hello everybody and thanks. I would like to know who attended/visited the Istanbul Biennale in the audience? And Venice? Everybody? And except Venice and Istanbul?
Good! I mean, not less than before. The question about competition, the only competition I know is between Istanbul, Lyon and Moscow because their opening days are close. Usually Lyon starts first and then Istanbul. The question is; who is in competition? The audience, the artist, the curator? I don’t see any competition at all… Everybody here saw the Istanbul Biennale once or several times, because it’s easy to reach. And how many can afford to travel? I can travel to so many biennales because I am an art critic- always invited and being paid for my travels.
Beral: Yesterday in the press conference they announced that the last biennale was visited by 450 000 people in a city of 15 million. So, who visited?
Sabine: But contemporary art is a very elite area and it’s not for big audience. The museums make huge mistakes today in order to make huge audience, and you can see in Documenta where it’s now trying to reach bigger and bigger audience and they are getting worse completely. Somebody from the organization team we met in Documenta just sait “at least the good news is they are probably going to keep Documenta alive”. What does it mean probably? They are just discussing it might be the end of Documenta? For those who do not know, Documenta has seven million debt, seven million as there are already 40 million before that, it means 47 million Euros for 5 years? Wow! I mean, a lot to say about the competition. Which competition? How much has Istanbul Biennale?
Beral: So you mean we ask the wrong question (laughs)?
Sabine: Yes. I don’t see any competition between the biennales, they are so different.
Beral: So maybe we can discuss the contents of the biennale or the concepts of the biennale. How they try to reach the people or even the artists through their concepts. Should the concepts be political or more philosophical? What is your experience?
Iara: I think that’s the main question. From my point of view, since the 1990s when it was the so called “boom” of the biennales, the main thing was not solved; for whom it’s done. This is the most complicated question which technically has no answer. For example, Sabine is travelling as an art critic and she is enjoying when there are many and good biennales, but what about the local audience? Somehow, we all live with this enlightenment theory that this is what we named elitarian contemporary art, but every curator would of course tell you that he or she is motivated to work for wider audience- it’s not a professional one. And in many cases, it’s complicated, first of all honestly, many curators are familiar with wider audiences because of different reasons and history of their own professional activities. There is no actually any serious sociological research about the audience of the biennales because it is expensive and complicated. Who are the people who are going to see, lets say the Istanbul Biennale? I was here 2 years ago, 6 years ago and 12 years ago, before that I didn’t know and here I am coming again, why? Was it better this time? This is the feeling. Maybe this type of research is expensive or maybe nobody really wants to know how the inhabitants of the city live- the people who are the citizens of the place of the biennale. We know it about Venice, the public hates the biennale. They don’t like it at all.
Beral: In the past there were protests (in Venice) but since many years…
Iara: This year there were again. People dislike it because of some daily life reasons. Are they ever visiting the Biennale? Nobody even asks it.
Sabine: But it’s a new fashion to dislike tourists, we have seen in every city for different reasons… And the audience of the art biennale is almost nothing compared to crusaders of the film festival etc.
Iara: No, it’s comparable because it’s concentrated on the days of the opening. Film festivals and visual arts are increasing, according to the statistics of Venice. They really complain about the opening days… preview days, 4 days of professional visits and one week for the film festival.
Beral: During these 2-3 days, the experts can only see the main exhibitions and in Venice, there are over 50-60 exhibitions in the city. So most of the exhibitions will not be seen by the experts. Only the tourists when they go through the labyrinth of Venice …
Iara: … and the ticket is expensive and it’s valid 1 day.
Sabine: As an art critic, I can’ talk from the point of a curator because I never curate anything but, as an art critic I can say that in the 90s it was just not possible to write in a daily newspaper about the biennale. It was even difficult about Venice because there was no interest. Today, I can write even about the Istanbul Biennale in the main news paper, they are specially interested because of difficult political situations inside the biennale.
Iara: But do you think you influence the visitors-the general public (through the newspaper)?
Sabine: No. But it’s a very interesting development that now you can write in every important journal and daily newspaper about biennales- about somewhere, like Gwangju, non of the readers will even know where Gwangju is, this is what we know in terms of influence…. And a lot of people know now about the Venice Biennale but never been there and somehow it sounds familiar to them. I think it’s really fantastic. Why? Because it opens a horizon for people to get more into the possibilities of art exhibitions which are all over the world.
Travelling is always widening… It’s interesting because before I go to other countries, especially exotic countries, I always have prejudices, I hate to tell this but I do have it. Pakistan, Bangladesh… sometimes the prejudices are reality and sometimes not at all. And it helps so much to understand the art coming from there in our countries, once being in their cultural context.
Beral: Have you seen the Biennale in India? Can you tell a bit about it?
Sabine: There was a horribly organised one, which is called India Triennale, one of the oldest which started in the 60s in Delhi, and it was the same concept as Venice. There are only few like Venice where you are invited by the government of your country, so some one can choose the best trend going and the artists, some of their friends can be the curator and they all work together. This was that kind of biennale so they invited strange foreigner artists from the countries and huge amount of Indian artists they never had before. I was there in 1996 or 1998, it was a really awful one and there were a lot of protests, then it never happened again. Because Indian artists were probably against it and when I saw it, I was like “wow in India there is no interesting contemporary art at all.” Another prejudice, I didn’t know about Indian art before, and this biennale was really badly organised…
Beral: So it depends on the curators, or it depends on the main idea of making a biennale in a city or in a country?
Sabine: It depends on money (laughs).
Beral: What about the concept of Lyon Biennale?
Sabine: Lyon Biennale is very different because it’s connected to a museum, actually to one guy, Thierry Raspail, and he is choosing the curatorial subject every 3 years, it’s like an exhibition happening every second year, but I like it because it is (aesthetically) very well curated in enough time, with enough budget.
Beral: What is the importance of Lyon Biennale in France?
Sabine: It started as a French Biennale, from Jack Lang, to get out of Paris hopefully, for young French artists…
Beral: So it had maybe culturally politically other intentions.
Sabine: They all have political intentions (laughs).
Beral: And what do you think of the political intentions of this Biennale in Istanbul?
Sabine: It’s not supported by government so it’s completely private, therefore it’s very different. It’s not about city marketing, it’s not to place your city on the map like Gwangju and it’s not a big idealism of two artists as in Kochi. It’s incredibly important.
Beral: There were 3 concepts this year which were interesting,
The concept of Venice Biennale; Viva Arte Viva
İstanbul; A Good Neighbour
Athens Documenta; Learning from Athens. Can we discuss these three concepts?
Sabine: Concepts of biennials… It is nice when it matches to the arts- sometimes (laughs).
Beral: Which of these concepts really touches the earth?
Iara: I think that the title of the Venice Biennale sounds a bit sarcastic. But you ask about the concept and the concepts differ from the titles. I think that the title is written in the text but it’s not really connected to what Christine Macel, the curator was trying to do, because there is no such impetuous attitude in the display. Of course there is, in some moments, but not really the whole aura of the expression, the presentation of things… There are a lot of problematic, a lot of criticality, very detailed analytical stuff. So I think the title is a bit…
Beral: …to attract the attention of larger public?
Iara: Yes, maybe. There is a title generator for curators. Maybe it was found in there. Actually there was the first title generator for curators several years ago, you can look inside, write a couple of words as a curator, you note your age and gender and it gives you the title at the end. The funny part is, if you dislike the first one, you can do it again and again, there is no limit! (laughs)
Sabine: You used it for one of your exhibitions? (laughs)
Iara: Not yet, but when I wanted to do it I was kind of shy but if I could do, it would be funny. Today, with all those artificial intellect things, I am sure it’s already outdated because last year on the same basis, a title of a PhD in art and culture appeared, so if you need a title, you can do the same. It’s a machine, software application that shuffles things and connect them in a more or less understandable way, it’s only in English because English is the easiest language to avoid grammatical complications to construct a more curatorial title. So the logic of titles, concerning the biennale, I was surprised when I heard the title of Documenta after the two previous edition; “Is Modernity our Antiquity?” which I found interesting because it is complicated keeping all those roots of antiquity, lets say in 19th century and even the first World War, all the anthropocentric illusions began to be formed, and I think that leaves a strong influence of antiquity that diminished seriously. And now, 10 years later, what do we learn from Athens? Athens is in the deep troubled situation of economy, social relations, relations with labour, institutions, tourism. I live in the same Europe, as small kids we listened that we have to learn from our bigger smarter brothers from the West, somehow Greece is in the South but in the Western part… We are in deep hole again and enough, let’s not learn from their experience, with the rights of property owners, with the rights of private owners etc. I don’t know what we learn. I think we have to learn to be authentic. This is my feeling. In general, what you learn from the other; to be authentic.
If we talk about the concepts, concepts are much more complicated and dynamic. “A Good Neighbour” in Istanbul, you know my reaction from the beginning Beral, I was disappointed because we are the neighbours. And metaphorically and technically, politically and historically we had so nicely complicated neighbourhood relations. Thinking about a good neighbour, they were never perfect. All of us, in general, somehow want them to be good, relations between Bulgaria and Turkey- and something stays in between all the time, technically no war.
Beral: During the Cold War, we had culturally no relation, no connection, it was very difficult.
Iara: On the level of political statistics we have better relations in general with many others. Bulgaria never had nuclear weapon fortunately. Bulgaria was an independent country in frames of Warsaw Project, before Turkey became a Nato member. When Turkey became a Nato member, everybody wanted to become a Nato member. In a good neighbourhood, you do what your neighbour is doing. But aside of this type of humour, do you know so well about good neighbourhoods in political terms?
Beral: At this moment you shouldn’t ask this question to a Turkish citizen. Because we are going through a very difficult moment with living with our neighbours. But what about your neighbours Sabine?
Sabine: I never think about them (laughs). The neighbours in Western Europe is not a subject at all. Austria is surrounded by neighbours, I never thought about Austrian neighbours, Germany and Italy down there …
Beral: Yes, but maybe you can talk about what it means to be neighbours in private life, daily life?
Sabine: At the beginning I thought it was a very political title, very smart and critical for the biennale. But then, too much happened. I couldn’t follow the path anymore. I am in between.
Beral: The title really opens the eye of the public because it is broad/open. It triggers the questions; what is good about being neighbours? What is neighbourhood? So I think it was very clever of the curators to have a broad title at this moment and I didn’t see the works yet, only a little, but what do you think of them as far as you could see? Are they somehow in dialogue with the title?
Sabine: I don’t remember all the names… There is a small tiny apartment of the South Korean artist, upside down on the sealing, an image of a world upside down, apartment of the artist. And when you enter the space (İstanbul Modern) there is the work of Adel Abdessemed, the woman from Vietnam, very political and very dramatic. It’s out of ivory, I asked “ivory?”, it’s not about the expense but, you have to kill an elephant and it’s not forbidden? He said it’s a 50 years old ivory sculpture and was allowed to travel, he said it’s the only material which is alive… the way he said it makes sense because the woman is dead, the memory is still alive, it becomes an image, she is running to you, white figure in a white space, and it is crying. And you can’t do a biennale right now without talking about crisis in a completely fucked up world… You come to a biennale and the first thing you see is this intense image. It is a fantastic start for the biennale … But not everybody visits the biennale in the same order. One starts from here (Pera Museum), one starts from the Greek School, one goes to Istanbul Modern. If you want to do a cool biennale, it’s not easy to do… And the next work, from Latifa, is a mural/fresco of Gezi Protests.
Beral: We had many works about Gezi since 2013. Also, in one of the private galleries in the historical Balat, The Pill, there is Ferhat Özgür’s exhibition which also reflects a part of Gezi. And what would you like to say about the works that make dialogue with the theme, Iara?
Iara: I didn’t see many yet… I started this morning from the Greek School. I think at the beginning it was very impressive and for me, the moving apartment of Pedro Gómez-Egaña was interesting. What I would like to say is that, we are talking about some individual neighbourhood, sorry to underlining again but I belong to the socialist state and there is no choice of selecting neighbours because it’s social housing. So nobody actually makes a decision of who lives with who, it is totally a lottery… From the point of view of our culture, neighbourhood is not very friendly and comfortable. You are supposed to create somehow your own model of living, your friends can come, your guests, you need to have nice relations because people can complain because of music etc. We don’t have the idea of neighbourhood at all beside of this. For us, the neighbour who is not bothering you is a good neighbour. I am saying it in a bit ironical way but it’s incorporated into the whole social system in cities- the medical system, fire system etc. I usually thought, the idea of a good and bad neighbour actually comes from a countryside, where people are connected with property and they would have to develop good relations with the neighbour otherwise it would be complex and would influence your whole life. And that’s why for example, we have this saying, which I never had understood before until now which means the biennale works, “Show me your neighbours and I’ll tell who you are”.
In my case, I am very impressed with many of the works that I saw with the logic of human neighbourhoods and neighbouring. And it is visible somehow, incorporated in Istanbul –because I remember my first impression coming here many years ago, it is about very communal living, connected people who recognize each other so then it’s about the spirit of a place- then I think what the title is about, I understand what people expect to see in the Istanbul Biennale. But when I read the title I would never have thought about the individual neighbours but political minorities inside in one country etc. But I saw a lot of works in the show of the biennale which were actually about individual neighbourhood. This is little bit of like, when your neighbour has died and you don’t know and you feel a shame about it…
Beral: So, in the artist list, I didn’t know half of the names. How was it with you? Did you meet these artists in exhibitions in Europe?
Sabine: It is in every biennial, it is everywhere, we don’t know the artist names anymore…
Beral: For example, in Venice Biennale I was always looking to the birth date of the artist and I saw that the curator invited many artists who were born in 1940s-50s -60s. But this (Istanbul) Biennale seems to be with younger generation artists.
Sabine: There is a very old female Turkish artist, the artist of the legs, in Istanbul Modern.
Beral: Her name is Candeğer Furtun. She is a very well - known artists who is making installations with ceramics since 70s- 80s.
Sabine: The art world is very hungry for artists right now, they always want new ones, young ones... Did anybody know the fifty percent (artists) of Documenta?
Beral: So what you are saying now, is a challenge for curators because they have to look for different levels of production all over the world. Is this the right way to make a big exhibition? One person cannot do it so what about curating a biennale with a team? Is it better to curate a biennale with team or to be one, star curator?
Sabine: From the point of a curator I guess, it is much nicer (as a team) but from my point, I would say for me the better biennales are organized by either from one curator or a curator team in which all of them are at the same level. Momentum in Norway for example, there are 5 curators and all of them are at the same level. The worst biennales I’ve seen were always with one curator, Documenta style, who asks 3-4 people around him and then, there is a mixture of everything and nobody is really responsible
Iara I find it absolutely reasonable that there are so many older generation artists included in big international shows. They were important artists in their day but didn’t have visibility like today, so of course it is incredible because they are artists important in the local scene and everybody knows how influential they are ... thanks God they are alive because they deserve this type of glamorous attention to be addressed and this is one point of view. Another point of view is that, every country has incredibly influential interesting artists who were trying to solve the similar topics because of the conditions of life even with much more isolated situation of historical existence, they were similar, and to see them in connection, this is incredibly interesting. Actually this is also many times especially discussed with artists; how it would be nice to make a biennale of old artists? You know, of contemporaries, between them? The ones who are in their 70s, 60, instead of those who were in their 20s 30s, because technically it is easier to imagine what they are interested from South Korea to ...Bulgaria. Then to imagine how it happened that the zeitgeist existed in Turkey, in Norway, in Russia in Argentina in the 60s 70s 80s. So this would be interesting but it’s a risk because immediately all the organisers and administration are telling you “yes, but it’s not sellable”. For example, what Documenta is doing, they are doing this issue; dressing artists in some posh advanced fashion clothing and taking shots, so nobody wants to see older generation artists.
When people were trying to overcome during the iron curtain, in that isolation- lack of information, much more utopian thinking was there. Because I mean the space of imagination- was not in the political field because it was limited. But it was much bigger and dreamable, that’s why I am really curious about what would come out of that. And concerning the makers, what is good and bad? When one curator works, it’s a lot of stuff to be done in time and it’s difficult, but it’s very incredibly comfortable if you have a good production team. Then this is not discussible and it’s the best. The curatorial team is perfect on the terms that people motivate each other. But there are somehow rivalries ... the realization of the project is almost impossible because when no one makes the final decision then there’s no final decision done so many things are split, not put together. In the case what we have in Istanbul, I think it is unique, incredible and first of all the curator is an artist - it doesn’t matter if they are two or one- so people are already used to work and invent and produce and defend together, however they are doing it.
Beral: And there is a very experienced background system.
Iara: And they are very good artists, very well known and a lot of trust investments to put on these artists, this process is incredibly helpful.
Beral: So there is a rivalry between curators who are not artists and curators who are artists? Is there?
Iara: There is a rivalry between curators who get some amount of fees and other curators who do it for free ...This is the one which is never discussed because we almost never talk about these, it is not a safe space.
Beral: Before we turn to some questions from the audience, maybe would you like to say some last words about this theme or about the biennale in general?
Sabine: The nicest experience about this Istanbul Biennale now was that everybody was so relaxed. Everything was done, everything was ready and it was really fantastic. And talking to the curators, Elmgreen & Dragset, there were so nice and open minded and they liked to answer every question, there was no hiding, they were relaxed. Very often we come to an opening, especially the press opening, and nothing is done.
Beral: What you are describing now is a paradox, because Turkey is not so relaxed at the moment but the biennale is very relaxed (laughs).
Sabine: Very relaxed!
Iara: Then it is about the good planning and team work and not about the surrounding. What I want to say, coming to Istanbul we discussed with my colleague who met me at the airport, one of the problems is, during these years, the information about Istanbul and Turkey in general it is represented as very troubled: What’s going on in the country, what’s going around the country, what’s going between the countries and other countries and so on. And because I am following what is going on in another country with the same type of cultural and political development- it’s Russia- and in Russia we had already went through- maybe it happened (also) in Istanbul- a very active and long sub-debate; “at to what extent to defend the existence of the biennial?” Because the first biennale was done by the officials in Moscow, it’s done by the official official officials. It is not only initiated by the state but with state budget so the state manipulates the biennale by giving the budget or not giving it. So of course it’s all supposed to be some specific culture of politics that the curator comes from outside without knowing.
Beral: And what happens?
Iara: I guess it will be open there is a very professional curator you know better. So I guess she will manage doing it, but in professional circumstances again it’s the problem, the general public will be happy to organize big and shiny (event)-in Moscow it is important because everything is big and shiny- but our question, because I’m in the board of this still existing institution, okay, we compromise you know, so the ministry of culture saying, “this is possible this isn’t possible”, “we want these people, and we don’t want that people”. You know you have to suggest absolutely clearly very well known curator- as far as possible geographically from our countries that have connections with Russians-and we are all the time okay, we are saying yes we will try to make suggestions for curators, less political. But it’s all time this same question; at to what extent to defend the project? I mean critics thought about it from the beginning; it was an incredible achievement of feeling of freedom and international connections. And when you loose the feeling of freedom, and you diminish the international connections, has it sense to go on? On the other hand, yes it has sense because it has so many topics are not solved and so many young people are more and more interested. And in 10 years you just prepared volunteer system to work with the biennale. And the technicians and their institutions which actually are bright because of the biennale. To kill all that, leave it, and people will say “ooh they wanted to be so clean and they didn’t want to collaborate with the state, so they killed the biennial”. So that question from my point of view is important. It is important about the money shortage, to close the biennial, but (also) political conditions. It happened in Japanese Biennial as well. They closed it, they couldn’t stand up. And they couldn’t compromise. Somebody cries? I don’t know. But maybe the heart of Japan is broken, maybe those who saw those two editions and maybe they feel something is missing. How to decide, I have no answer… Because it’s a very subtle decision making.
Beral: So now, maybe we should take questions from the audience.
Sabine: Any questions related to the biennale?
Audience: I would like to ask something about the future of the biennale; sustainability, and maintenance. In the 80s there are a few of biennales. Venice starts like a kind of art fair, and Sao Paolo, Istanbul, Johannesburg (came after them) ... After the 90s there is like a boom in almost every country, every continent of the world, and now they are like galleries, they start, they close, they try to sustain themselves. Some can’t do that. And there is a specific circle of curators travelling everywhere, of course they study the cities but they are just travelling everywhere and the same names, mainly in the periphery biennales. What do you think about the future because we are in the post globalist era and the globalisation themes are not very popular anymore; gender, identity, politics are the main themes now. Do you think one day these would be out-fashioned? What could be done to sustain the biennales and do you think there will be a third wave in the way they are organised?
Sabine: I guess the museums are in deep deep crisis, and honestly I only see right now the biennales as the way to handle difficult situations. I don’t see that any museum has a solution right now. For me, biennale is the only contemporary way of exhibiting art right now.
Audience: Do you think there should be something like “biennale studies” like the museum studies in universities or in the academic area?
Sabine: No no, there are too many studies! (audience laughing)
Iara: I think first of all, it proved that it’s sustainable. You positioned/opposed the globalisation to the topics of the biennale, which I think is not an opposition. I think it’s a very good model, it only now starts to be recognisable for those who are involved. We are not talking about Istanbul, there are several great biennials much smaller scale, in Turkey but there are still countries that don’t have even one. They are places where it can happen. As museums were before, the only recognisable model, talking with politicians, people of wealth, or people of education, the academics, you say “we want to make a museum” and somehow they imagine what it supposed to be ...since 300 years… but with the biennials, they only now started to be so recognisable model, that you can say “I’m going to the biennial”, “they are doing a biennial” and everybody imagines something, nobody is asking what exactly you are talking about.
Beral: I think it is an interactive visual ...
Iara: And it differs because it’s only a model, it’s a frame, it’s not really construction it’s only a frame. Because it happens in such different ways and different places from this medium-dedicated- ones from Arts Electronica, to print (dedicated) ones, and different scales. More or less, people now understand that to have a biennial is something like, I don’t know, like having 180 artists and they can tell, they can analyse, they can approach local problems and approach neighbourhood problems. I think it’s a very sustainable model. If it will not be over-studied in academic ways. If it is academically studied then it immediately has to answer all those presuppositions like museums; museums have to be visited, they have to work with children, and what to do with the sex museum then? What to do with the alcohol museum? It’s not good to be educating people about something. Thanks God it (the biennale) has future. It’s only a periodical exhibition.
Beral: From the point of the Istanbul Biennale, it should have a future and sustainability is no discussion, it should be sustainable and we have to work for the biennale in collaboration. I think we will close now. There is a rivalry now because Contemporary Istanbul Art Fair is starting (laughs). There is solidarity, but also a rivalry!